6 Ocak 2010 Çarşamba

Tehlike Anında Camı Kırınız.

Sevgili bilok, sevgili okur.


Şoğanda değineceğim konu aslında uzun zamandır aklımda olan, uzun zamandır sorguladığım, çeşitli çözüm önerileri getirdiğim bir konu. Nihayet çabalarım meyvesini verdi ve kusursuza yakın bir çözüm buldum. Acaba konu ne ola ki diye düşündüğünüzü, meraktan çıldırdığınızı filan biliyorum. O zaman gelin enter tuşuna basalım ve gelişme bölümüne geçelim.

On yıl önce büyük kutlamalarla, her şeyin metalik gri renkte olduğu bir atmosferde –ki buna ojelerimiz, göz farlarımız ve hatta rujlarımız(!) da dahil- milenyuma girdik. Bizler bunu yaparken televizyonda Mustafa Topaloğlu boy göstermekteydi, neyse bu kısmı geçelim. İşte milenyuma girdik, çeşitli gelişmelere şahit olduk dünyada, insanlar uzaya gidip gelme konusunda iyice durdurulamaz oldu, çeşitli hastalıkların tedavileri bulundu, internete çevirmeli bağlanmayı, o bağlanma sesini duymayı bıraktık, bir dönem annemlere bana 3310 almaları için yalvarır ve gözyaşı döker idim şimdi 3G yi gördük. Tüm bunlar çogzel gelişmeler gerçekten de, sonuçta olduğumuz yerde sayıyorsak geriliyoruz demektir değil mi a canlar? Oysa hepimiz ilimin, teknolojinin büyüsüne bu denli kapılırken küçük bir noktayı hep atladık. Peki nedir bu nokta?

Açıklıyorum.

Araba alarmları. Peş peşe eklenmiş birbirinden iğrenç ve kafa ütüleyici melodi parçaları. Tamam yani kafa ütülesin diye öyle yapılmış olabilir ama ben yine de muhalefet yapacağım. Bir kere melodi ortaklığı var. En mütevazisinden tutun da orta hallisine, oradan da süslüsüne tüm arabalarda aynı iğrenç ruhsuz melodi var. Dışarıdan alarm sesi geliyor, kiminki belli değil. Evlerindeki ve/veya iş yerlerindeki araç sahipleri nasılsa benimki değildir diye çıkıp bakmaya zahmet etmiyor, şöyle bir kolunu kaldırıp da kumandayla alarmı susturmaya üşeniyor. Ahh, kafam! Ahh, beynim!

Hadi bunu da geçtim. Gece vakti insanlar yataklarından kalkmıyor nasılsa bizim araba değildir mantığıyla. Sonra sabah bir bakıyor…

Halbüse, bir sistem olsa, her arabanın alarmını sahibi seçse, istediği zaman değiştirse filan. Sonuçta hayalini kurduğum şey ütopik değil, istersek olur bence. Modern internet dünyasında sahip olduğumuz kişisel sayfalarımızda avatar olayına gösterdiğimiz özeni gösterebiliriz sanırım. Sonuçta araba bu, sanal da değil hem. Akülü bile olsa var bi somutluğu. Onu da geçelim hadi, cep telefonlarını ele alalım. Evvelden napıyorduk, bir takım melodileri edinebilmek için 24 sms/48 kontör bedel ödüyorduk. Monofonik olsun, polifonik olsun. Ya da benim gibi telefonun besteleyicisini kullanarak kendi çılgın melodisini kendisi yaratanlar vardı, bu daha bi güzeldi tabi el emeği göz nuru olduğçün. Ama işte öyle ya da böyle bir çeşitlilik vardı, bir telefon çalınca insan kişisi anlıyordu onunki mi değil mi. Anlıyorduk anlamasına da kendi telefonumuz olmadığını bilsek de bi çıkarıp bakıyorduk cebimizden çantamızdan. Tabi bu durum sistemin yanlış olduğunu göstermez, o bizim davranış bozukluğumuz (kalp).

Konuyu toparlamak gerekirse (malum çok dağıldı), bu çeşitlilik olayını bence arabalarımızın alarmlarında da uygulamalıyız. Tabi müzik zevkinden yoksun kimselere bu hak tanınmamalı. Gece yarısı sokaktan yükselen ilginç(!) melodiler canımızı sıkabilir. O kişiler şoğanda kullandığımız antika alarmla devam edebilir, bunda bir sakınca yok.

İtiraz eden olursa da polemiğe girmeyeceğim zira siz daha iyi bir fikir bulana kadar en iyisi bu. Hem arabam da yok, bırak arabayı ehliyetim de yok. Üstelik Marlboro 7(yedi) lira olmuş. Canım sıkkın.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Evvel Zaman İçinde...

Bugün okulu astım gitmedim, yılbaşı için hediyeleri alalım bugün dedik annemle. Neyse konu bu değil. Ama bu bilgiyi vermem konuya sıkı bir giriş yapmam için gerekliydi. Ya işte, istemem yan cebime koy gibi bir şey.
Dedim ya, okula gitmedim. Peki bu ne demek, ha? Sorarım, bu ne demek? Ne, ne, ne?
Sabah kahvaltı yaptım demek (Giriş kısmı bitti, gelişmeye geçelim).
Kahvaltıda baktım, masada acuka diye bir şey var. İlk defa görüyorum. Komik yani adı filan. Acuka ne abi?! Kırmızı bir sos böyle, içinde ceviz varmış zaten yemedim. Kutusunu aldım elime, büktüm burnumu, beğenmez tavırlarla küçümseyerek evirip çevirdim. Bir de ne göreyim! Üzerinde '5000 yıllık lezzet' yazmaz mı!
Ufak bir hesap yaptım, dedim işte 2010da sayılırız artık, ama yuvarlak hesap 2000 desek, milattan önce 3000 yılında acuka mı varmış? Zınk! İnanmadım tabi lan, bunu da yutmam tabi. Anneme gösterdim bana destek çıksın diye, kafası karıştı milat filan diyince. Sonra bana demez mi 'Ayça biz şu an Miladi takvim kullanıyorduk değil mi?' diye. Ahah, şoktu resmen. Şok!
Mecburen milat, İsa, hicret, takvim, Mekke-Medine falan anlattım baştan. Biraz daha anlamasaydı Muhammed-ül Emin lakabına kadar gidecektim...
Bu ufak(!) çaplı şoku atlattıktan sonra, yaptığım hesaptaki yaklaşıklık üzerine düşünmeye başladım. 2010 yılını kabul edilebilir bir yaklaşıklıkla 2000 yapmıştım, ki bu benim ömrümden giden on seneye eşit oluyor. Yani 20 yaşından bir anda 10 yaşına düşmem demek. Kardeşimin yaşında olmam, arkadaşlarımı ispiyonlamam, Grup Hepsi'yi sevmem, Nickelodeon'da Britney Spears'ın kardeşinin dizisini izlemem demek. Tanrım, ben tüm bunları kaldıramam...
O nedenle kendi yaşıma dönüyorum; ancak hala hoşuma gitmeyen bir şeyler var. Mesela, 80lerin sonunda 90ların başında çocuk olmak diye kalıplaşmış bir cümle var ya, ben ona cuk diye oturmuyorum. Ya da o bana oturmuyor, fark etmez. Ben 80lerin sonunda -89 doğumlu olduğum için, ki aylardan ekim, günlerden 29- çocuk değil bebektim. Hatta muhtemelen göbek bağım daha düşmemişti ve annemler düşünce nereye gömsek diye kara kara düşünüyorlardı. 90ların başında hala bebektim, ortalarında ve sonunda çocuk. Bu doğru.
Ayrıca 'I Love 80s' yazan her boku da benimsemişimdir, sanki -di'li geçmiş zamanda yaşadım. Bazen yapıyorum böyle şeyler, çok ayıp ama napıyım.
Ne de olsa 80leri, 70leri, 60ları ve teknolojinin uzanabildiği her devri geçmiş zamanın rivayetinde de olsa gördük çok şükür.
Gördük de ne oldu, orası ayrı.
Benim görmek istediğim tek şey milattan önce 3000. Acukanın ortaya çıkışı...
Düşün yani 2009un sonundayız, acuka hala var, hala kahvaltı sofralarında. Vay be! Ne acukaymış arkadaş.
2009un sonundayız demişken... 2010 itibariyle hukuki anlamda 21 yaşında oluyorum, yirminin küsürleri geldi, beni aldı bir telaş, bir yaşlanma korkusu. Bundan sonra yanaklarımı kimseye sıktırtmayacağım, sarkabilir. Ayrıca fazla gülmeyeceğim, yüzüm kırışabilir. Gerçi cilt kırışıklıklarına karşı krem aldım kendime ama olsun, yine de riske atamam kendimi.
Evet canım, krem. Kolajen dolgulu.
Biraz olsun tanıdın beni. Merhaba.

Notumsu: Günlerden 29 diye bir şey olmaz tabi. Gün dediğin pazartesidir, salıdır ve devamıdır.

26 Aralık 2009 Cumartesi

İTÜ ŞİİRİ

Her kapından girmeye lazım bir bilet
Aydınlık yuvasında bu ne cehalet
Otomasyon dedikleri hepten rezalet
Odtü aya çıktı nerdesin İtü.


Duy artık sesimizi yanlış yola sapmadan
Vazgeç artık şu paraya tapmadan
Bursları vermezsin repo yapmadan
Hadi yine iyisin kardasın İtü.


Sözüm sana değil yöneten güce
Gitmesin bu verilen emekler hiçe
Bana sorsan giremezsin ilk üçe
Sana sorsak sen hep birdesin İtü.


Öğrenciye hiçbir şey öğretmeyerek
Git öğren demekse eğer öğretmek
Bunu babam da yapar sana ne gerek
Sabrımın bittiği yerdesin İtü.


Sonunda ben de oldum etüdün müptelası
Kaç gece uyutmadı resim belası
Dökülmüş İşletme'nin yine cilası
İşler kesat galiba dardasın İtü.


Yeter artık kandırma karnımız tok yalana
Verirsin kek hocayı kablo neti olana
Mafya mısın okul musun aşk olsun anlayana
Kumar masasında zardasın İtü.

25 Aralık 2009 Cuma

Elimi Sallasam Ellisi Tabi ki!

Okula pejmürde bir halde gittiğim günler ile okulda çok taş çocuklarla karşılaşmam hatta muhabbet filan ediyor oluşumuz kusursuzca doğru orantılı.
Neyse ki bu duruma tühlenip vahlanacak kadar yeni ergen değilim.

24 Aralık 2009 Perşembe

İş Sözleşmelerinde Deneme Süresi 2 Ay, Toplu İş Sözleşmelerinde 4 Aya Kadar Çıkabilir.

Tüm 'çalışmadııııaaam' söylemlerime karşın iş hukuku sınavım fevkaladenin fevkindeydi.
AA getireceğim demiştim. Sözümü tutacağım.
Bu da 3 kredi. Elektrik Makinaları da.
Elektrik Makinalarından 24 aldığım için tabi ki bu bok atma.
Yoksa en önemli bölüm dersi o bence.
Ama baksana sevgili okur. Kendime itiraf edebiliyorum bu davranışımı.
Sırf bu yüzden bi alkışlasana beni.
Öp beni.
Sev hatta.


Önemsiz not: Başlıktaki soru da çıktı. Çıkmasa ayıp olurdu. Defterimin her sayfasına yazmışım zira.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Denizaşırı

Last.fm gevşekliğin olmadığı, sakin ve seviyeli bir ortam.
Benim için en azından.
Bildiğin elit yani.
Brezilya'da yaşayan, müzik zevki benimkiyle %98 civarı benzerlik gösteren güzel bir insan var.
Ve Last.fm aracılığı ile bunu bilebiliyorum.
İnternet zaman zaman gerçekten hoş.
Üstelik enternasyonel.

Viğt*

Veet'e gıcığım hacı.
12 tane ağda bandının yanına 2 tanecik temizleme mendili koyuyorlar.
Sonra yapış yapış her yer.
Temizlemek için uğraş dur.
Pamuğa yağ filan dök. Çok ilkel yani.
Ben bu ilkelliği en son hazır bebek bezinin olmadığı dönemlerde kumaş bez temizleyen çilekeş annelerden dinledim.Sonrası Prima.
Neyse. Sadede gelelim. Veet sözüm sana. 12 tane ağda bandı koyuyorsan 12 tane de mendil koy. O kadar para veriyoruz yani.
Ayıp günah.